Botanik Ressamı Işık Güner
Bir bitkiyi bazen sekiz – on saat inceleyip detaylarına hayran kalmak ve doğumundan ölümüne tüm yaşam evreleriyle bilimsel olarak resmetmek, ancak çocukların gösterebildiği bir sabır ve merak işi. Hayatı Türkiye, İskoçya ve dünyanın dört bir yanında botanik gezileriyle geçen hiperaktif bitki ressamı Işık Güner, yaşadığı dağ köyünden bildiriyor.
“Bitki resmi tamamen gözleme dayalı bir çalışma yöntemi. Mesela fotoğraftan resmetmek, bilimsel bitki resmi için uygun değil. Bitkiyi saatlerce gözlemlemeniz gerek.”
Sizi bitki ressamlığına götüren yolu nasıl özetlersiniz?
Ben çevre mühendisliği okudum aslında; alakasız bir yolda ilerlerken birden yönümü bu tarafa çevirdim. Biraz şans da diyebiliriz. “Bitki ressamı olacağım,” gibi net, kesin kararlar yoktu. Zaten bahsettiğim 20’li yaşlar. O dönemde İstanbul’daki Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nin sahibi ANG Vakfı, Boğaziçi Üniversitesi’ne Kew Botanik Bahçesi’nden bir ressam getirdi, Christabel King. Bir haftalık bu kursa katıldım ve çok keyif aldım. Resme ilgim çocukluğumdan beri vardır zaten.
Terapi gibi, biraz “Zen” bir uğraş sanki…
Öyle de olabiliyor, tam tersi de olabiliyor. Ben bayağı dinleniyorum, ama bazen öyle koşullarla karşılaşıyorsunuz ki… Bitki resmi yaparken canlı örnek gerekiyor. Bitkiyi alıyorsun, masana oturup resmini yapmaya çalışıyorsun ve bazen bitki yarım saat içinde solmaya başlıyor. Çok kısa süre içerisinde onu kağıt üzerine aktarmaya çalışıyorsun. Bu anlar biraz stresli olabiliyor. Bitkiyi kaybettiğiniz anda başka şansınız yok, hele de arazi çalışması yaptıysanız, gidip onu dağdan alıp geldiyseniz, bir daha o bitkiyi görme şansınız olmayabiliyor.
Nadir bir tür de olabilir…
Nadir türleri genelde toprağından koparmıyoruz. Ama botanik bahçeleri soyu tükenmekte olan bu gibi bitkileri yetiştirebiliyorlar. O zaman o botanik bahçelerinde çalışabiliyoruz. Arazide çalışmak ise kolay değil. Yere yatman gerekiyor, güneşi var, rüzgarı, yağmuru var! Detaylı ölçerek biçerek bilimsel bitki resmi yapmak istiyorsan en temizi masada çalışmak, bitkiyi bir stüdyo ortamına getirmek.
BOTANİK BAHÇELERİ
Edinburgh Kraliyet Botanik Bahçesi’nde uzun yıllar bitki ressamı olarak çalıştınız. Nasıl bir yer orası?
Muhteşem bir yer. Zannediyorum 2007’den beri Edinburgh Kraliyet Botanik Bahçesi’nde çalışıyorum. Bir proje gerçekleştirdik, ondan sonra da bitki ressamlığı üzerine kurslarda eğitmenlik yapmaya başladım orada. Diğer botanik bahçelerine kıyasla o kadar büyük değil diyorlar, ama içi gayet dolu dolu. İngiltere’deki botanik bahçeleri bütün dünya florasıyla çalışıyor. Yani Çin’de yetişen bitkileri de orada görebiliyorsunuz, Türkiye’de yetişenleri de… Bunlar için kaynakları ve bilgi sahibi çalışanları var; çok ciddi bir de bahçıvan ekibi çalışıyor.
Resimlerinizden birinde Titan arum diye dev bir çiçek dikkatimi çekti…
O, dünyanın en büyük çiçeği. “Ceset bitkisi” de diyorlar hatta çiçeğin korkunç bir kokusu var! 2016’da Edinburgh Kraliyet Botanik Bahçesi’nde ilk kez çiçek açtı; yirmi senedir oradaydı. Tabii, inanılmaz büyük bir olay. Bütün Edinburgh şehri botanik bahçesindeydi. Metrelerce kuyruklar oldu. Endonezya Adaları’ndan Sumatra’nın bitkisiymiş. Boyu 2 metre 58 cm idi. Biz de üç ressam, çiçeğin üç farklı evresini resmettik; ilk tomurcuk açarken, tam açmış hali… Üçüncü gün kafasını büküyor ve ölmeye başlıyor. Bir de onu resmettik. Şimdi resimlerin orijinalleri, Edinburgh Botanik Bahçesi’ndeki Science Building (Bilim Binası) girişinde asılı.
Bitki merakı sizi dünyanın hangi köşelerine götürdü?
Çok fazla seyahat etme şansı buldum bu meslekle beraber. Edinburgh Kraliyet Botanik Bahçesi’nde çalışmaya başladıktan sonra, Şili florası üzerine dev gibi bir projede, Plants from the Woods and Forests of Chile (Şili’nin Orman Bitkileri) kitabının ekibinde buldum kendimi. Dört yılda bitirmeyi tasarladığımız proje, sekiz yılımızı aldı. Sekiz yılda üç ressam 80 bitki türünü resmedebildik. Çok zahmetli ve yavaş bir iş, çünkü canlı bitki gerekiyor çalışabilmek için. Bazı bitkileri Edinburgh Kraliyet Botanik Bahçesi’nde bulabiliyorsunuz ama diğerleri için Şili’ye gitmeniz gerekiyor. Onları çiziyorsunuz, altı ay sonra meyveleri geliyor bu sefer ve bitkinin tüm yaşama evrelerini resmetmek gerekiyor. Hayatımı bitkilerin çiçeklenme dönemine göre organize ediyordum. Proje süresince Türkiye, İskoçya, Şili ve İspanya dörtgeninde yaşadım. Onun dışında Nepal ve Çin’de de bir takım projelerde yer aldım.
RESİMLİ TÜRKİYE FLORASI
Türkiye’nin florasını resmetmek gibi iddialı bir projede yer alıyorsunuz şu anda. O nasıl gidiyor?
ANG Vakfı bünyesindeki Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nin ön ayak olduğu, Türkiye’deki botanikçilerin bir araya geldiği, çok büyük bir proje. 2002’de ilk bitki resmi kursları yapıldıktan sonra çok ciddi sayıda bitki ressamı yetişmeye başladı Türkiye’de. Bunun heyecanıyla da zaten Türkiye florasını yazmak isteyen bilim adamları, neden resimli olmasın ki dediler… Botanikçiler yıllardır Türkiye’de çok değerli çalışmalar yapıyor. Biz ressamlar ise daha zayıftık önceden. Yani yoktuk aslında.
Anlaşılan şartlar olgunlaşmış böyle bir proje için… Nasıl ilerliyor peki?
Çok çetrefilli bir proje, doğal olarak. Türkiye çok zengin bir floraya sahip. 10.000-11.000 kadar bitki türü mevcut, bunların 3000-4000 türü endemik; yani sadece Türkiye’de görebileceğiniz bitkiler.
Kitabın tanıtımında çok ilgimi çeken bir ifade var. Türkiye’nin flora zenginliği neredeyse bir kıta zenginliği gösteriyor deniyor.
Evet. Avrupa kıtasındaki toplam bitki örtüsüyle yarışır, yani inanılmaz bir biyo-çeşitlilik var bu ülkede. Dünyanın ücra köşelerine gittim, acayip bitkilerin resmini yapmak için, ama Türkiye gibisi yok! İşte bu flora projesiyle, bu bitkilerin hepsinin resmini yapmak gibi bir hedef koyduk önümüze.
Hepsini mi? Ne kadar sürer?
Yıllar, yıllar… Şöyle söyleyeyim: Ben bu projede sanat editörü olarak çalışıyorum. İki sanat editörü idik biz; şimdi üçüncü bir sanat editörü daha yetiştirmeye çalışıyoruz. Çünkü proje belki on yıllar sürecek. Ben sanat editörü olarak hep orada olabilecek miyim? Yeni gelen editöre de hep “Şimdi öğrendiklerini ileride birine öğretmen gerekecek,” diyoruz. Çünkü 30 ciltten bahsediyoruz burada. İkinci cilt basıldı, şu anda üçüncü cilt üzerinde çalışıyoruz. Dünyada çok örneği olan bir proje değil. Daha önce resimli ülke floraları yazılmış ama hepsini resmetmek! Bakalım, göreceğiz…
Geçen sonbaharda Botanical Illustration from Life adlı bir kitap yayınladınız. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca olarak yayınlandı. Kimler yararlanacak bu kitaptan?
Bu bir eğitim kitabı. Aslında bu alanda çok eğitim kitabı mevcut; çok değerli bitki ressamları var ve herkes bildiğini cömert bir şekilde kağıda döküyor. O yüzden, böyle bir teklif gelince ben metot anlatmaya karar verdim. Yani kendi izlediğim yol ve yöntemi anlatıyorum kitapta. Bir resmin başına oturup bitirene kadarki süreci, kitapta bölümler halinde toparladım. Bir bitkinin resmini yaparken önce tarihinden bahsediyorum; o bitkiyle ilgili daha önce yapılmış çizim var mı, onu araştırıyorum. Ondan sonra gözlem kısmı geliyor. Bitki resmi tamamen gözleme dayalı bir çalışma yöntemi. Mesela fotoğraftan resmetmek, bilimsel bitki resmi için uygun değil. Bitkiyi saatlerce gözlemlemeniz gerek. Sabah oturuyorum resmin başına ama gözüm kağıttan çok bitkide. Akşama kadar sekiz, dokuz, on saat bitkiyi izliyorum. Öğrenmenin muhteşem bir yolu. Çok acayip detaylar görüyorsunuz o zaman. Bir resmi yapmak günler, aylar sürebiliyor.
Sizi en çok etkileyen türler hangileri?
Türkiye doğusundan batısına soğanlı bitkiler konusunda çok zengin. Mesleğe ilk başladığım zaman, soğanlı bitkileri resmetme şansım çok oldu: Çiğdemler, irisler, navruzlar, laleler, ters laleler… O yüzden onları ayrı seviyorum.
BOTANİK RESSAMLIĞI EĞİTİM GEZİLERİ
Dünyanın çeşitli yerlerine eğitim gezileri de düzenliyorsunuz: Fas, Meksika ve son olarak da Transilvanya’nın Sakson bölgesi. Bu sonuncusu çok ilgimi çekti! Katılanları neler bekliyor bu gezilerde?
Biraz mekana, bulunduğumuz yerin bitki örtüsüne göre değişiyor aslında. Bazen dağ bayır gezip bitkileri yerinde görüyoruz; bazen tam zamanlı atölye çalışması yapıyoruz ve bitkileri ben temin ediyorum. Transilvanya gezisini ilk kez geçen sene yaptık. Yıllar önce Transilvanya’nın minicik bir köyüne yerleşmiş İngiliz bir ailenin organize ettiği bir çalışmaydı. Çiftlikleri var ve bitki resmiyle son derece ilgililer. Katılımcılarla beraber arazide yürüyoruz; herkes istediği bitkiyi alıyor. Sonra da çok keyifli bir atölyede oturup resmediyoruz.
Transilvanya’nın Sakson bölgesi Avrupa’nın son el değmemiş meralarına sahip bildiğim kadarıyla…
Çok ciddi bir koruma kollama var. Kursun çıkış noktası, Transilvanya’da İngilizlerin yaptığı ve benim de katıldığım bir projeydi. Prens Charles’ın orada meraları var. Kendisi bitki resmine de aşırı düşkün biri; bu sebeple bu meralardaki çiçeklerin resmini içeren “Transylvania Florilegium” kitabını kendisinin desteğiyle hazırladık. Dev gibi bir kitap. Dünyanın her tarafından ressamlar geldi ve biz belli dönemlerde Transilvanya’ya gidip oradaki çiçekleri resmettik.
Biraz da yaşadığınız yer, baba memleketiniz Çamlıhemşin’den bahsedelim mi? Burayı eşsiz kılan nedir?
Benim için dağlarıdır. Karadeniz’de, Türkiye’nin kuzeydoğusunda yaşıyorum ben, sahil kesiminden azıcık içeri girdiğinizde Kaçkar Dağları başlar. Çocukluğumu burada çok fazla geçirdiğim için, bende çok güzel hisler uyandıran bir vadi burası. Suyuyla bilinir, her yerden su fışkırır burada. O yüzden birtakım HES çalışmaları yapmaya çalışıldı ama neyse ki olmadı. Umarım tekrar bu gibi şeylerle karşılaşmayız; çünkü su değerli bir şey.
Gelecekte daha da değerli olacak…
Çok daha değerli olacak. Suyun yok edilmesi demek, bitki örtüsünü de mahvetmek ve ekosistemi çökertmek demek. Gerek yok, koruyabildiğimiz kadar koruyacağız. Şu anda mesela camdan dışarı bakıyorum, yeşilin bin bir tonu var. Tam bahar aylarının başında olduğumuz için fosforlu bir yeşil var şu anda.
İnsan kendini yağmur ormanlarında zannedebilir.
Yağmur ormanlarında herhalde birçok bitki veya hayvan türü sizi öldürebilecek kıvamdadır; burada o kadar zehirli tür yok ama dediğiniz gibi, yağmur ormanları iklimine çok yakın. Ayılar, çakallar, kurtlar, domuzlar gibi pek çok yabani hayvanla dip dibe yaşıyoruz. Daha önce köyde yaşama deneyimi olan bir insan değilim. Şimdi birkaç haneli küçücük bir köyde yaşıyorum. Babam bu köyden. Babaannemin çok eski ahşap bir evi vardı, ufak dokunuşlarla tadilatını yapıp, atölyemi burada kurdum.
Dünya inzivaya çekilmeden önce siz inzivadaydınız yani…
Dünya inzivaya çekildikten sonra benim hayatımda hiçbir değişiklik olmadı. Yine de herhalde Corona’dan dolayı evde en uzun zamanımı geçiriyorum. İnanılmaz keyifliyim, bahçeyle uğraşabiliyorum. Bitki ressamıyım ama berbat bir bahçıvanım. Ama işin güzel tarafı, burada ne eksen yetişiyor. Sağ olsun toprak çok bereketli, suyu bol. Huzurlu yani…
Işık Güner’in çalışmalarını takip etmek için: www.isikguner.com