TOP
Galata Bridge Constantinople of Edmondo De Amicis

Edmondo de Amicis ve İstanbul

İtalyan yazar Edmondo De Amicis imzalı “İstanbul”, 1870’lerden çarpıcı bir kent portresi. Türkçe baskısı da bulunan kitabın yazarına göre, Türkler’in en büyük arzusu, dünya dediğimiz dev tiyatroda aylak birer seyirci olmak!

Dünyada iki türlü şehir vardır, diyor Umberto Eco. Kendinizi bir anda içinde buluverdiğiniz, belli bir mesafeden yavaş yavaş yaklaşma duygusu yaşayamadığınız şehirler (Londra, Roma, Paris gibi); bir de insan algısında kademeli olarak beliren diğerleri. Günümüz New York’u ile bir zamanların deniz yoluyla varılan İstanbul’u gibi… Eco’nun bu tespiti, İtalyan yazar Edmondo de Amicis imzalı 1877 tarihli Constantinople adlı kitabın Hesperus Press tarafından 2005’te yapılan son İngilizce baskısının önsözünde yer alıyor.

Pegasus Yayınları tarafından İstanbul adıyla Türkçe’ye çevrilen kitap, Batılılarca kaleme alınmış ve üst üste yığıldığında küçük bir dağ oluşturabilecek İstanbul külliyatının içinden; tasvirlerinin canlılığı, dilinin keskinliği ve uzakgörüşlülüğü ile sıyrılıyor. Orhan Pamuk’un övgüyle bahsettiği, Eco’nun ise ilk İstanbul seyahatinde (her ne kadar, zamanın silip süpürdükleri karşısında şehre dair hayal kırıklığına uğrasa da) yanından ayırmadığı kitap, kılı kırk yaran bir gazeteci tavrının ürünü.

Galata Köprüsü Constantinople of Edmondo De Amicis

Edmondo de Amicis ve İstanbul Anıları

Asıl şöhretini, 1886 tarihinde basılan ve tüm dünyada (annemin de aralarında bulunduğu) kimbilir kaç kuşağın çocuklarını derinden etkilemiş Çocuk Kalbi kitabıyla elde eden Edmondo De Amicis, gezi anlatısının açılışında bugüne dek görülmüş belki de en sinematografik “İstanbulla tanışma” sahnesini çiziyor. Kitabın editörü Stephen Parkin’in de belirttiği gibi, bunun nedeni, hayatının son döneminde sinemaya ilgi duyan De Amicis’nin, bu yeni sanatın üslubunu ve tekniklerini bilinçli olarak kullanan ilk yazarlardan biri olması.

Sisli bir sabah, ağır ağır ilerleyen bir yelkenliyle İstanbul’a yaklaşan ve Umberto Eco’nun deyimiyle “bir kadehten küçük yudumlar alırcasına, ölçülü bir şekilde” şehirle tanışan De Amicis, bugüne dek bu şehri tarif etmeye kalkan herkesin kekelemekten öteye gidemediğini söylüyor. Ona eşlik eden ressam dostu Enriko Junk ile Pera’nın tepelerinden birindeki Hotel Byzantium’a yerleştikten sonra kendini kentin sokaklarına bırakan De Amicis, çok geçmeden (yani şehirdeki ilk beş saatinin sonunda) Batılı bir akıl tarafından kavranması güç bir karmaşanın içine düştüğünü anlıyor: “İstanbul bir Babil, başlı başına bir dünya, bir kaostur. Güzel midir? Fevkalade güzeldir. Çirkin midir? Korkunçtur! Onu sevdiniz mi? Tutkuyla. Orada yaşar mısınız? Kim bilir? Kim gönül rızasıyla başka bir gezegende yaşamayı kabul eder ki?”

“Hiçbir şehir, sakinlerinin doğasını ve felsefesini İstanbul kadar iyi yansıtamaz,” diyor De Amicis ve devam ediyor: “Bütün büyük ve güzel şeyler Tanrı’nın, ya da Tanrı’nın yeryüzündeki imgesi olan Sultan’ındır. Onun dışında her şey fanidir ve dünya işlerine dair derin bir küçümsemenin izlerini taşır.”

İstanbul'dan Bir Sokak Constantinople of Edmondo De Amicis

İstanbul Denilen Büyük Gösteri

Kentte başından geçenleri tüm ayrıntılarıyla, adeta bir kamera-göz gibi kaydederek hayal perdemize yansıtan Edmondo De Amicis’nin ilk ziyaret ettiği yerin Galata Köprüsü olması, zekice. Eski ve yeni İstanbul arasında debisi yüksek bir insan selini taşıyan köprüde, hayal edilebilecek en abartılı tipleri, kostümleri ve sosyal sınıfları, elli metrelik bir mesafede ve on dakika içinde görmenin mümkün olduğunu söyleyen yazar, “Bu adeta, gözün takip edemeyeceği kadar büyük bir hızla, art arda belirip dağılan ve sürekli değişen bir ırk ve din kaleydoskopudur,” diyor.

Anadolulu at tüccarları, fildişi ve sedef kakmalı tahtarevanıyla geçen Ermeni bir kadın, beyaz mantolara sarınmış Bedeviler, müslin türbanı ve gökmavisi kaftanıyla göz alan bir Türk, çocuğunu sırtına bağlamış pasaklı bir çingene kadın, dua kitabıyla yürüyen Katolik bir rahip, kolunda maymunuyla Afrikalı bir köle, harem kadınlarını taşıyan arabaya yol açan bir Haremağası, De Amicis’nin dürbünün içinde kırılan renklerden sadece birkaçı.

A street in Stamboul, Constantinople of Edmondo De Amicis

“İstanbul bir Babil, başlı başına bir dünya, bir kaostur. Güzel midir? Fevkalade güzeldir. Çirkin midir? Korkunçtur! Onu sevdiniz mi? Tutkuyla. Orada yaşar mısınız? Kim bilir?”

Üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen, yazarın canlılığını koruyan bazı saptamaları, bu şehirde neden hâlâ bir kent kültürü yaratamadığımıza dair ipuçları veriyor: “Hiçbir şehir, sakinlerinin doğasını ve felsefesini İstanbul kadar iyi yansıtamaz,” diyor Edmondo De Amicis ve devam ediyor: “Bütün büyük ve güzel şeyler Tanrı’nın, ya da Tanrı’nın yeryüzündeki imgesi olan Sultan’ındır. Onun dışında her şey fanidir ve dünya işlerine dair derin bir küçümsemenin izlerini taşır. Kırsal kabile bir millete dönüşmüştür ancak köyün doğasına, derin derin düşünmeye ve gevşekliğe beslediği içgüdüsel aşk, şehirde kamp yeri havasının hakim olmasına neden olmuştur.”

“İstanbul bir şehir değildir; ne çalışır, ne düşünür, ne de yaratır; medeniyet, kapısına dayanıp sokaklarına saldırırken, o, camilerinin gölgesinde hayaller kurup, pineklemeye devam eder ve bu sese kulak dahi vermez. Kopuk, dağınık, şekilsizdir, yerleşmiş bir devletin kudretinin vücut bulmuş halinden çok, göçebe insanların dinlenme yerlerini andırır. Bir metropolün büyük bir taslağı gibidir; büyük bir şehirden çok, büyük bir gösteri gibidir.” Kulağa tanıdık geliyor mu? Yükselen cam ve çelik yapılara, döşenen asfalt yüzölçümüne falan bakmayın. Günümüz İstanbul’unu tanımlamak isteseydik de buna yakın kelimeler seçmemiz gerekirdi herhalde.

Street scene Constantinople of Edmondo De Amicis

Kapitalizm Tembelliği Sevmez!

Zaten, Edmondo De Amicis’nin anlatısını bugün bile bu denli ilginç kılan şey, Galata’dan Eyüp’e, Kapalıçarşı’dan Ayasofya’ya, Topkapı’dan Dolmabahçe’ye, Üsküdar’dan Boğaz’a, surlar ve camilerden hamamlara gezinirken aktardığı tarihi vakalar ve gözlemlerden çok; harem kadınları, Türk ruhundaki tembellik, İstanbul’un geleceği gibi mevzulara değindiği bölümlerde ortaya çıkan ironi!

Kapitalizmin, kanlı bir sürecin sonunda artık iyice yerleşmiş olduğu bir Avrupa’dan gelen De Amicis, İstanbul’un belki de Avrupa’nın en “tembel” şehri olduğunu söylüyor; herkesin olabildiğince geç kalkmasına, tatillerin fazlalığına ve yürümeyi sevmeyen bir millet olmamıza bakarak. “Sırf bir işin tamamlandığını görmenin hazzı için gayretle çalışmak, Türklerin bilmedikleri bir duygudur,” diyor ve devam ediyor:

“Türkler, çok uzak, yabancı ve belirsiz şeylere kafa yorar gibi görünürler. Sabit fikirli filozoflara ya da bulundukları yerin veya çevrelerindeki nesnelerin bilincinde olmayan uyur gezerlere benzerler. Hepsinin bakışları, sanki geniş ufukları tarıyormuş gibi, karşıya, uzaklara sabitlenmiştir; ağızlarının ve gözlerinin çevresinde, kendi içlerinde yaşamaya alışık insanlara özgü, tarifsiz bir hüzün hakimdir.”

Planlar yapan, beklentiler taşıyan, bittiğini görmeye ömrünün yetmeyeceği bir bina için temeller atan, kesin olmayan çok uzak bir son için güç harcayan Avrupalı ile tam bir tezat! Bir taraftan insanların ataletinden ruhu sıkılan, öte yandan İstanbul’un günün birinde İngiltere sanayi kentleri gibi çirkin bacalar ve donuk apartmanlarla kaplanması fikriyle huzursuz olan De Amicis, sonunda geldiği gibi gemiyle, ama bu kez Karadeniz yönünde ayrılıyor İstanbul’dan; bizi çelişkili düşüncelerle baş başa bırakarak.

Yazının ilk yayımlandığı yer: Vatan Kitap, 2005.

Yorum yazın